11 Ekim 2011 Salı

göbüşü eriticez diye depresif inek olduk


İki gündür diyetteyim. Brokoli aşağı roka yukarı. Her yediğimin hesabını yapıyorum. Boşluk iflahımı sikti yemin ediyorum, napıcamı şaşırdım.
Kyoto fragmanı çok hoşuma gitti ayrıca Behzat Ç. adamsın.
Bi de şu "Bir Çocuğa Verdim" dizisindeki esas kıza sinir oluyorum.
Erasmus'la yurtdışına giden insanlar fotoğraf çektirmeye gidiyor sanırım. Maç başlasa da biraz milli duygularla adrenalin salgılasak. Hem nabız 120'nin üzerine çıktı mı daha hızlı yağ yakılıyor.
Devamlı açım, açken mutsuzum. Bundan sonra  karısı gibi yazıcam. Öyle, bu kadar.


24 Ağustos 2011 Çarşamba

strangers in the night


(Okuyacağınız bu blog gördüğünüz üzere sizin tanıdığınız o hınzır , o müzmin bekar, o playboy Mert tarafından değil, gözlüklerini çıkarıp bir kenara atmış, kimliğinden sıyrılmış Mert tarafından yazıldı)

Gelin sizleri zaman tünelinde bir yolculuğa çıkarayım, 94 yılının ekim ayındaki bir Boşnak düğününe götüreyim, kapkara yas dolu bir geceye... Adeta dünyanın tavanının üzerime çöktüğü o kabus gibi geceye...

Birazdan izleyeceğiniz görüntülerin akşamında şu satırları kaleme almıştım, hemen yarım sayfa çubuk yarım sayfa yuvarlak çizdiğim yaprağın arkasına:


""O'na sırılsıklam aşıktım, yanından bi saniye bile olsun ayrılmadım çünkü O benim hayatımın aşkıydı. İlk evlilik kararını aldığımdan bu yana aynen bu görüntülerdeki gibi, O bembeyaz gelinliğinin içinde kuğu gibi salınırken gözlerinin içine bakabilmenin hayallerini kurmuştum. Ne zaman sonra hayallerim neredeyse gerçek oldu. Fakat tek bir farkla; O'nla bizim düğünümüzde değil, O'nla başkasının düğününde... ""

http://www.youtube.com/watch?v=SAa9YabhEMk

5 yaşında kuzeninin nişanlısına aşık olan Mert'in dramından 5 dakikalık kesitti bu. Bu dramın 3 saatlik görüntüsü var bende daha. Ne diyeyim, o gece iki yabancı olmuştuk artık.

Hey sen! Evet sen! Yaşıma aldanma evlat! Ben acıyı, ben kaybetmeyi, ben hayatın acımasızlığını 5 yaşında idrak ettim, hem de en acı şekilde. Ben o videoda kahrından yerlere çömelen, kaynana tarafından itilip kakılan çocuğum, ben o düğünde avare gibi dolanan, eşle dostla tartışan garibim, ben o gecenin ardından geridönüşü olmayacak şekilde playboy olmaya yemin etmiş ve geçen 17 senede yüzlerce kızın kalbini paramparça etmiş, kırdığı kalplerle, parçaladığı hayatlarla, yok ettiği umutlarla teselli aramış adamım... Kimim ben evlat? Peki ya kimim ben?

Ben Jack'in ağlayan yüzüyüm.

******

Sanırım artık gözlükleri yeniden takma vakti.


23 Temmuz 2011 Cumartesi

Orhan Gencebay filmlerinin matematiği

Böyle diyince bi toplumsal çözümlemeye falan giricem gibi duruyor di mi? Yok. Götü devirdim TV izliyorum, dört işlem yapıp gidicem. Orhan Gencebay'ım 1973 yapımı bi filmi var STV'de, ""Ben Doğarken Ölmüşüm"". Bu adam her albüme bi film çekmiş galiba, bu da onlardan biri. 12 şarkılık bi albümü filme yediriyor. Bir filmi ortalama 120 dakika varsayalım, 120dk/12 şarkı = 10dk/şarkı. Bu demektir ki iki şarkının başlangıcı arasında 10 dakika var. Bi şarkı da 3,5 dk sürse ortalama, bu iki şarkı arasında 6,5 dk oyunculuk payı kalıyor. Filmin senaryosunu, oyunculuk kalitesini falan tartışmaya gerek yok heralde bu verilerle?
Ne garip, saçma sapan bi nesilmişsiniz mına koyyim 73 gençliği ve sinema kitlesi! Böyle bi filmi izlemişsiniz film diye ki şarkı türküden başka numarası olmayan tek adamlı filmler çevrilmiş onlarca. Daha bunun İbrahim Tatlıses'i var, Ferdi Tayfur'u var, varoğlu var... Neyse. Yazıyı bitirdim, kanalı değiştiriyorum görüşürüz.

11 Haziran 2011 Cumartesi

Montolio

Dünyadaki tüm çeşitli insan toplulukları için, hiçbir şey Tanrı kavramı kadar ulaşılamaz, derin bir şekilde kişisel ve kontrolcü değildir. Anayurdumdaki kişisel tecrübelerim, acımasız drow Tanrıçası, Örümcek Kraliçe Lloth etkileri dışında bu olağanüstü varlıklar hakkında bir şey göstermemişti.

Lloth'un yaptığı katliama tanık olduktan sonra, davranış kurallarını zorlayan ve tüm bir toplumun ana kurallarını yaratan bir Tanrı kavramını kucaklamaya hazır değildim. Ahlak içten gelen bi güç değil miydi ve öyleyse kuralları zorlanmak yerine içten gelmemeli miydi?

Böylelikle Tanrılar meselesi ortaya çıkar: Bu isimlendirilmiş varlıklar gerçek anlamıyla var olan varlıklar mıdır, yoksa ortak inançların ortaya çıkışı mıdır? Kara elfler, Örümcek Kraliçe'nin kurallarını uyguladıkları için mi kötüdür, yoksa Lloth drowların doğal kötülüğünün bir dışa vurumu mudur?

Aynı şekilde , Buzyeli Vadili barbarlar tundralarda savaş için hücum edip savaşların lordu Tempus'a seslenirken, Tempus'un öğretilerini mi uyguluyorlardır yoksa Tempus yalnızca hareketlerine vermiş oldukları bir isim midir?

Buna ne ben, ne de farkettiğim gibi hiç kimse -özellikle de belirgin Tanrıların rahipleri gibi- ne kadar yüksek sesle karşı koyarlarsa koysunlar, cevap veremez. En sonunda bir vaizin en büyük üzüntüsü olduğu gibi, Tanrı seçimi kişiye özeldir ve bu bağlılık kişinin içsel prensiplerine bağlıdır. Bir din görevlisi, zorlayabilir ya da öğrencisi olacakları kandırabilir; fakat hiçbir mantıklı kimse gerçek anlamda bir Tanrı figürünün kurallarını, kendi çıkarlarına ters düşüyorsa izlemez. Ne ben, Drizzt Do'Urden, ne de babam Zaknafein, Örümcek Kraliçe'nin öğrencileri olmadık. Ve daha sonraki yıllarda arkadaşım olan Buzyeli Vadili Wulfgar, savaş Tanrısına kimileyin yakarsa dahi, kudretli savaş çekicini kullandığı zamanlar dışında bu Tempus denen Tanrıyı memnun edecek bir şey yapmamaktadır.

Diyarların Tanrıları pek çok ve çeşitlidir... ya da bunlar aynı varlığa takılan pek çok ve çeşitli isimlerdir.

Hangisidir bilemem... ve umursamıyorum.

""Drizzt Do'Urden""

22 Nisan 2011 Cuma

bazı insanları ancak bu kadar anlayabiliyorum

- Korkuyor musun?
- Elbette korkuyorum.
- Ben korkmuyorum. Ölümle çok kez yüzleştim.
- Ama bu farklı, bu bir savaş.
- Hayır, bu toplu katliam. İnsanlarla kurtçuklar arasındaki ne kadar savaşsa; ejderhalarla kurtlar, ejderhaya binmiş insanların kurtların üstüne kurtçuklar atması ne kadar savaşsa bu da o kadar savaş. Tanrı aşkına Tom, ne söylemeye çalıştığımı anlamıyor musun?

18 Nisan 2011 Pazartesi

San Andreas'ta Aşk Başkadır ♥ I

Evet bebişlerim sıkıntıdan GTA San Andreas'a sardım. İndirdim kurdum oynuyorum. Oyunda gangsta, nigga ruhumu ortaya koyuyorum fakat gönül işlerinden de geri kalamıyorum. İşte ben!

http://www.fileupyours.com/files/224654/galeri1.jpg

Vurdu kırdıdan arta kalan zamanda hep böyle doğa gezilerine çıkıp börtü böcek fotoğrafı çekiyorum. Sonra birden aklıma geldi, dedim hayvanın haşerenin bile fotoğrafını çekiyorum bari sevgililerimi de çekeyim. Oradan blog fikrine bağladım sosyocanlar.

Bu bağlamda gün be gün götürdüğüm hatunların, aşk hayatımın kısa bi özeti niteliğinde fotolar atıcam buraya. Beni takip ediceksiniz bi pazar keyfinde Behlül izler gibi. Bu fotoları oyundaki karakterim fotoğraf makinesiyle çekiyor, bazılarında hatunlarım poz veriyor hatta! Bu blogu ilk sevgilime ayırdım. İşte ilk sevgilim:

http://www.fileupyours.com/files/224654/gallery2.jpg

Bu fotoğrafta bi gece kulübünde dansetmeye gitmiştik, kapıdan girmeden önce çektim. Onunla ilk kez bi görev esnasında karşılaştık. Molotov kokteyli ile yaktığım bir binanın içinden gelen çığlıklarını farkettim. Alevlerin arasına bir dalışım, onu bir kurtarışım vardı ki görmeliydiniz. Tabi ben bunu yaparken hayatımın hatasını yaptığımın farkında değildim. Kızı kurtardım ve kahramanı oldum, bana aşık oldu. Görüşmek, bi ara bi şeyler yapmak istediğini söyledi. Bütün bu underground pisliğinden, kanunsuz yaşamın ağırlığından bir nebze olsun kurtulabilmek için olur dedim. O an başladı işkence.

Bu hatun tam bir gerizekalıydı. Aslında daha ilk görüşte bir paçasının diğerinden kısa oluşundan anlamıştım. Ama gönül ot bok üçgeni burada da kıstırdı yüreğimi...

Gerzek hatun -ki ben ona Macide ismini verdim- beni buluşalım diye arıyor, low-rider arabamla gidiyorum evine alıyorum. Ya beni dansa götür diyor ya Burger King'de salata menüsü yedir diyor ya da arabadan sarkıp varoş sokaklarda diğer çetelere ateş açıyordu. Eğlence anlayışı çok boktandı. 2 ay boyunca her gece dışarı çıkardım ama bi kere sinemadır tiyatrodur bi sahil kenarıdır yazlık mekandır istemedi. "This is a dangerous lady here" dedi her defasında mekanı beğenmedi, ömrümü yedi.

Öyle gerizekalı ki her evine bırakışımda kahve içmeyi teklif etti, elizabetten iyidir dedim kabul ettim. Her defasında beng beng beng! İlişki monotonlaştı bu yüzden... Bizi bitiren de bu oldu sanırım, tükenmiştik...

Bi gün çok önemli bi görevin tam ortasındayken aradı beni, benimle hiç ilgilenmiyosun dedi. İçimden dedim ulan mınakoduğumun kancığı 2 aydır her gece çıkıyoruz da ne yapıyoruz çapulcu gibi serseri kurşun gibi dolanıp duruyoruz San Andreas'ın Halkalı'sında, İnönü'sünde. Tak etti canıma efendim. Neyse efendim aldım tabancamı sürdüm mermiyi. Sürdüm arabayı evine. Kornayı çaldım, dışarı çıktı. One last kiss kondurdum dudağına, "farewell my concubine" dedim ve sıktım kafasına. Kurbanlık koyun kestikten sonraki bi duygu olur ya, masum bi hayvanın ölümünü gördükten sonraki ağırlık, onu hissettim. Ufak çapta bir şoka gireyim, 2 dakika Behlül gibi "vıhoaaaaa haaaaaaaaaaa" diye bağırıp direksiyon simidini yumruklayayım falan demeye kalmadan polisler geldi. Sonra kaçış o kaçış tabi...

yisin yavrım deyi

Bildiğimiz üzere anneler yiyecekten faydayı maksimize eden dişi varlıklardır. Ta ki içerisinde tek bir vitamin parçası, tek bir amino asit, karbonhidratçık kalmayana kadar bildikleri bütün pişirme yöntemleriyle besinin canına okurlar. Portakalın suyunu ölümüne sıkarlar, kabuklarını rende yapar keke koyarlar. Bütün tavuğu haşlar, etini pilavla yemek eder, suyuna çorba yaparlar.  Bunları yaparken en büyük motivasyonları ve ulvi amaçları ""yavrım yesin de kan olsun""dur. Tabi bu bahsettiğim anneler Umut Sarıkaya'nın insanlığa kadın anam diye anlattığı mantıktaki normal anneler.

Bu sabah götümden yaptığım bir benzetme üzerine Türk televizyon kanalları da tıpkı bir kadın ana gibidir. Şöyle ki:

Bir şekilde Allah da yardım etti yayına koydukları 120 diziden biri 2 haftadan fazla dayandı, üstelik çok da sevildi diyelim. Hatta siktir edin kasmayayım bi örnek olarak dizi ismini vereyim, diyelim ki "" Öyle Bir Geçer Zaman Ki"".

TV'nin kadın anam prosedürü ana haber bülteniyle başlıyor. 15 dk'lık bir VTR ile bu geçen bölümde dizide ne olduğunu anlatıyorlar. Ardından ""Haber bülteninin ardından başlayacak çok severek izlediğimiz bu dizinin yeni bölümünde bizi bekleyen sürprizler""i anlatıyor bi 15 dk spiker". Haberler bittikten sonra sanki bi malız, unutmuşuz gibi 1 saatlik bir özet geçiliyor önceki bölümlerden. Sonra da 1.5 saat dizi. Ertesi gün Seda Sayan dizide olanları 15 dk'lık bi VTR ile tekrar anlatıyor. Sonra akşamına haber bülteninde dün akşam çok sevdiğiniz dizide şöyle şöyle oldu diye bi 15 dakika daha. Haftasonu da 2 posta halinde magazin programında 30'ar dakika osmancık pirincinin çok şeker oluşundan bahsediliyor.

Bir de Güneri Civaoğlu falan dizi oyuncularından birini programında ağırlarsa buyrun size 5 saat etti.

Bir hafta içerisinde bir diziden toplamda en az 5 saatlik bir malzeme çıkarıp insana diziyi neredeyse 3 kez izletiyorlar. Sonraki hafta unutmuş olabileceğimizi düşünerek bi özet daha!

Aynı kadın anam gibi dimi? Bir portakaldan bir bardak %100 portakal suyu ve koca bi kek çıkarıyorlar. 1.5 saatlik bi bölümden 5 saatlik görüntü! Kadın anam gibi bu tiviler lan. Hep iyiliğimizi istiyorlar bak.

Yiyin yavrım yiyin ha!

http://www.youtube.com/watch?v=omnbdSh6opc